Ben bir Vandal Olsaydım?

Geçmişi düşünürüm. Geçmişi düşünmek ve yazmak benim mesleğimin bir parçasıdır. Öykü satın alan Gospodinov gibi, geçmişi düşler, özler ve araştırmaya koyulurum. Geçmiş ile yaşamak hayatımın sıradan gündeliğine işlemiştir. Çocukluğumdan bu yana dokunduğum taşın hikayesini bilmek hep ilgimi çekmiştir.

Ağustos ayının ilk günlerinde hep aynı şarkıyı dinlerim. Floridalı indie gruplarından “Flipturn -August” parçası yüreğime yaptığım kimsesiz yolculuklara eşlik eder. Bugün de “Eleanor” adlı parça eşlik edecek tarihsel yollara, hüzünlü göçlere…

Eleanor’u mutfakta ayakta gördüm

Gözleri yere düşüyor

Gözleri bir dilek kuyusu gibi.

Bence daha fazlasını istedi.

Eleanor, Eleanor
Ne bekliyordun?
Bir çeşit mucize mi?
Ah, Eleanor
Sadece korktun mu?
Bulabileceğin gerçeğin.

Kendimi düşünüyorum. Kendimden başka düşünecek çok şeyim var. Ama önceliğim yine içsel hüzünlerim.. Bu sefer çok uzak yere doğru süzülmeye başlıyorum. Anka kuşu kostümünü giymişim de dokunulmazlığımı ilan ederek gidiyorum üstelik. Eleanor gibi korkuyorum ben de. Mucize beklemeyi de severim. Gözlerim, ellerim, bazen kaygısız gibi duran şiirlerim, çantama koyup yola devam ettiğim hikayelerim de sever mucizeleri. Yapmak istediklerime odaklanıyorum. Kocaman bir liste çıkıyor karşıma. Marcel Proust’u okursam her şey değişecek gibi. Sonra Kim Olsaydım? oyununu başlatıyor bilinç dışı terapistim. Aklıma kim geldi? V. yüzyılda yaşamış Galyalı Salvian. Ne diyordu Salvian, Vandallar Roma İmparatorluğu’nun topraklarına aniden saldırırken:

“Günah nedeniyle yapılan her şey Tanrı’ya atfedilmemelidir. Yargıç tarafından ölüm cezasına hükmedilen bir katil, aslında kendi suçu nedeniyle yargılanır. Yine bir hırsız ya da kutsal emanetleri çalan biri bedenini yakan alevler tarafından değil kendi işlediği günahları tarafından tüketilir. Vandalların Afrika’ya geçişleri ise yalnızca Tanrı’nın şiddeti yüzünden değil, Romalıların günahları yüzünden olmuştur” (Seda Aksoy, Tarih Sahnesine Çıkışından Hippo Regius Kenti’nin Ele Geçirilmesine Kadar Vandallar 435,s.127)

Bütün dünya Vandallara karşıdır. Roma ani bir şaşkınlık ve şok geçirir. Büyük Ren hattı bu Germen güçleri tarafından yerle bir edilmiş,sınırlar savunmasız kalmış, orduda görev alan Germen asıllı askerler bu soydaşlarına geçiş izni vermektedir. Pireneler’in kıyısı, Galya’nın güney kasabaları, bütün İber yarımadası büyük bir korkuyla uyanır. Vandallar, Alanlar, Gotlar ve Süevler, büyük bir hızla ilerler ve büyük halkların göç hareketi başlar. Kendisine pupillis (yetim) diyen Tours’lu Gregorius bile Tanrı’yı suçlar. Bütün Romalı tarihçilerin ağzından tek bir söz çıkar ” Tanrı’nın gazabına uğradık. Tanrı Roma’yı cezalandırdı”. Bu Geç Antikite’nin içinde tek bir kişi ama tek bir isim Vandallar’a hak verir. Salvianus durur ve düşünür ” Ben bir Vandal Olsaydım?” Ne yapardım? Salvian’a göre Vandalların Kuzey Afrika’ya geçiş nedenlerinin arkasında Romalılar’ın göçebe kavimlere karşı göstermiş oldukları tutumlar yer alır. İmparatorluk Vandalları anavatanlarını terk etmeye zorlamıştır. Bu nedenle Vandallar ve diğer barbar göçebeler aslında Roma’nın yaptırımları sonucunda kendi topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardır.(Aksoy age, s,127)

Bu asi Hıristiyan yazar nasıl olur da İmparatorluğun düşüncesi ile ters düşer. Nasıl olur da bir kez olsun Tanrı’nın merkezinden bir insanın, bir topluluğun merkezine haklılık payı verir.? Ben bir Vandal olsaydım? Hikayem bile başlarken öyle destansı bir hal alırdı ki o yolları koşa koşa geçerdim. Vandal ismini hep yıkan, yok eden yağmalayan anlamıyla kullanan bu literatürün dışına nasıl çıkardım? Bana kızgın olan Aziz Augustinus ve Victorus’un kalbini nasıl soğutabilirdim? Yaşamak için öldürmek, barış için savaşmak gerekiyordu.

Hikaye şöyle başlar, “Scandza veya Scandanan adı verilen bir adada birçok halk yaşardı. Burada yaşayan halkların içinde Winniler adında küçük bir grup vardır. Bu insanlarla beraber yaşayan Gambara adında bir kadın ve iki oğlu Ybor ve Agio Winniler’e liderlik ediyorlardı. Daha sonra Vandalların liderleri yani Ambri ve Assi ordularıyla beraber hareket edip Winniler’e şunu söyledi.” Bize ya haraç ödeyin yada kendinizi savaşa hazır edin ve bizimle savaşın.” Ybor ve Agio anneleri Gambara ile birlikte onlara “ Vandallar’a haraç ödemekten ziyade savaşa hazır olmamız bizim için daha iyidir” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Vandal şefleri Ambri ve Assi Wotan’dan (Savaşçıların Tanrısı Odin) Winniler’e karşı zafer kazanmak için yardım istediler. Ve böylece Wotan “Sabah güneş doğarken ilk kimi görürsem zaferi de onlara vereceğim dedi. O sırada Gambara iki oğluyla beraber Wotan’ın karısı Frija’ya başvurarak Winniler’e zafer dilediler. Frija Winniler’e sabah güneş doğarken (savaş meydanında) eşleri ile birlikte gelmesini söyledi. Eşlerinin uzun saçları bir sakal gibi yüzlerini örtüyordu. Böylece tam güneş doğarken Frija Wotan’ın yattığı yatağı ve kocasının yüzünü doğuya çevirdi. Tanrı gözlerini açınca Winniler’i ve saçları sakal gibi yüzünü örten eşlerini gördü: “Kim bu uzun sakallılar? Diye sordu. Frija Wotan’a “Madem onlara bir ad verdiniz zafer de ihsan edin” dedi. Tanrı Wotan onlara savaş alanında zaferini bağışladı ve böylece o günden beri Winniler Longobardlar(long-beard) olarak anılmaktadır.”

Daha başlamadan savaşı bir hile kaybeden Vandallar, liderleri eşliğinde göç etmeye karar verirler. Nereye mi ? Toprağından bal ve süt akan Roma topraklarına? Ne kadar da bana benziyor. Bütün gençlik hayallerim gibi ödülün hemen elime geçeceğine inandığım o ilkel umudun öyküsü. Baltık kıyılarından, Vistül ve Oder nehirlerinden geçip gittiler.Bir kısmı bugün Polonya ve Çekya sınırlarında, bir kısmı ise Orta Avrupa’ya doğru yol aldı. Ne için gititiler? Topraklarını bırakıp gitmek kolaydır geç antik çağ insanı için. Roma limes’leri hariç, geniş orman arazileri, eski geçitler ve dağ yolları boyunca özgürdürler. Özgür hissetmişler midir? Hayır! İşte bizim gibi çağın tüm zorluklarına ayak uydurmaya çalışırlar. Got lideri Alaricus gibi kendi halklarının kendini bilmez birkaç Romalı general tarafından aşağılanmasını izler. Üstelik bilmediği dünyanın ve tanımadığı düşmanın gönüllü hayranıdır. Onun gibi olmak, onun gibi giyinmek ister. Roma’nın emperyal etkisinin hislerini taşır yüreğinde Alaric. Roma ile anlaşır, onun ordusunda hizmet eder. Sonra kendi hayalleri için yeni bir adım atması gerekir.

Oysa Vandal lideri ve bir ayağı aksak Geiseric aynı hisleri paylaşmaz. Ne diyordu Flipturn ” She-He curses like a Poet. Bir şair gibi lanet ediyor, neden savaşmak istiyor? Neden sessiz kalıyor? Köle asıllı bir anneden dünyaya gelen ve Panonya topraklarında genç yaşta attan düştüğü ayağı aksak kalan bu asi adam bir indie parçasının baş kahramanı gibi mücadele eder işte. Sessizce yürütür savaşını? Roma’nın inandığı Tanrı’yı bile ayırır. Aryanizmi benimser. İspanya’da filo yapımını öğrenir. Afrikalı tüccarlar ile pazarlığa oturur. Anne karnına düşen bebeğe kadar, halkını Herkül’ün okyanusundan( Cebelitarık) geçirerek Afrika’ya iniş yapar. Tam seksen bin kişiyle beraber yürüyerek kendine bir Regnum (Krallık) yaratır.

Ben bir Vandal olsaydım? Düşmanına hayran Alaric mi yoksa kendine yeni bir toprak arayan Geiserich mi olurdum? Tüm bu anakronik soruların hepsinin tek bir amacı var. Eleanor gibi korku duyduğum zamanlarda gizlenen öfkemi nasıl eyleme dönüştürürüm. Mekânın yetmediği zamanlarda yaşıyoruz. Mekan ve sesler bizi çok uzaklara yine bilmediğimiz bir savaşın içine sürüklüyor. Kendime hak vermediğim anlardan birini yaşıyorum işte. Bunca uzun yolu nasıl geçtiğimi hiç hatırlatmadım kendime. Kara ormanların içinde, Baetica’da yeni bir yaşam için filizlenen bir Vandal ümidi neden olmadı bende? Bulunduğum yeri hissetmeye çalışmadım. Sürekli Roma toga’sı giymeyi hayal eden Alaric miydim yoksa? Geleceğe yönelik attığımız her adım gerçekleşmek zorunda mı? Bırakmayı, biraz sallanmayı, Afrika’ya geçmek için yirmi dokuz yıl bekleyen bir aksak ihtiyar gibi direnmeyi neden seçmeyelim?

Salvianus gibi içinde bulunduğum dünyaya aykırı davransam ne olacak? Doğruları görmek için kendi yolumu izlesem? Karşımda muazzam bir imparatorluk olsa dahi? Ne olurdu? Hayallerini gerçekleştiren Geiserich gibi elime bir funuculi (ölçü birimi ip) alsam ve kendi evimi oluştursam? Ta ki yıkılıncaya dek. Tarihçiler bu korkusuz liderin bencil olduğunu fısıldayarak söylerler. Önce kendini ve ailesini düşünür bu yaşlı adam. Kuralları belirlidir. Lüks hayatı sevmez ancak bir o kadar savaşmaya zaman ayırır. Geiserich biliyor muydu ki Tizsa vadisinde koştururken bir gün kral olacağını?

Ben bir Vandal olsaydım tıpkı bir Vandal gibi yaşardım. Biraz korkak olurdum ama. Bilmediğim diyarlara gitmek için yılana sarılırdım. Sarıldım da. Sonra biraz mücadele, bolca savaş verdikten sonra bir kıyı tatilini kendime fazla görmezdim mesela. Büyük hedef için yıllarca beklerdim. Bekliyorum.

Vandal gibi hissediyorum kendimi. Çünkü tarihin günah çıkarttığı bir yağmacılıkla suçlarım hep kendimi. Her kaygının sonunda haksız olanı teslim ederim kendime. Tıpkı Fransız Devrimi’nde Henri Baptiste Gregoire gibi bir -izm yaratırım kendimden. Böylece Vandalizm doğar. Oysa bu kavramın tarihte bu kadar mücadele vermiş olan halkla ne ilgisi var? Kavram karmaşası yaratırım kendimden. Bildiğimiz bütün inancı yok ederiz işte böylece. Yeni vandallık kavramı yıkıcı gücün etkisi altında kendisini ezer. Tıpkı kendimize yaptığımız gibi. Oysa, Fransa’da Vantoux köyü sakinleri bir zamanlar köylerinin ismini Vandal olarak değiştirmişlerdir. Şimdi ise kimse Vandal olarak anılmak istemez.

Keyifli Okumalar

Sonya.

Bu hafta bize eşlik eden playlist :

Vandallar’ın tarihsel yolculuklarını merak edenler için:

https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp

Könnig Vossing hocadan okumak için;

https://www.kitapyurdu.com/kitap/vandallar-antik-cagin-sonunda-bir-halk/648406.html

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir