Karşı-Kültür Hareketi*
Kendisini neşeli bir anarşist olarak tanımlayan Jim Haynes, 1933 yılında Louisiana’da doğdu. 1933’ü kendi ağzından söyle anlatıyor: ” Annem, 10 Kasım’da doğumum için babamla birlikte yaşadığı Teksas’tan annesinin Louisiana, Haynesville’deki evine koşuyor. Beş ay sonra, hayatımın ilk on iki yılını yaşayacağım Shreveport’a taşınıyoruz. Sakin bir orta sınıf mahallesi, 1614 Magnolia Caddesi.
1980’lerin başında annemden bana yazılan bir mektup şöyle diyor: “Bir Cuma sabahı erken saatlerde annemin evinde sabah 6’da doğdun. Aslında sabah 6’da. Hepimiz için çok güzel bir bebektin.”
1934: Yan komşumuz Yunan bir aile. Bessie ve Mary Cocos adında iki kızı var. Bana Yunanca müstehcen kelimeler öğretiyorlar. Babamın Arkansas Petrol ve Gaz Şirketi’nde bir işi var.
1935: Özellikle geceleri çok fazla radyo dinlerdim. Favori programım: I Love a Mystery. Oldukça korkutucu!
1936: Komşularla oynuyoruz. İki erkek kardeş, George ve Gene Newton iyi arkadaşlardır.
1937: Annem, kuzeninin işlettiği yerel bir dükkânda çalışıyor. Çok yalnızım ve bu beni memnun ediyor.
Kuş gözlemciliği için çok zaman harcayın. John James Audubon Topluluğu’na katılın. Mahallede dolaşın ve komşularla ve yerel dükkan sahipleri ile arkadaş olun. Bir eczaneden bir çizgi roman çalın, eve götürün ve okuyun. Utan ve mağazaya geri götür. Bir daha asla çalma.
Görünüşe bakılırsa Jim, oldukça şanslı bir çocukluk dönemi geçirmiş. Mutluluk veya mutsuzluğun bizim tercihimiz olduğunu söyleyen Jim’e göre “bu düşünsel bir karar” ikisini de seçebiliriz. İkisinin de bir sonucu var.
Peki Jim beni neden ekledi? Uzun ve yoğun bir ders dönemini bitirdikten sonra kendime vakit ayırmak istediğim bu zamanlarda Mubi hesabımı yeniden güncelledim. Ertelediğim ve izlemek istediğim filmler ve belgeselleri listelerken, -uzun zaman sonra Aftersun’ı izlemiş olmanın verdiği gururla- Ece Ger’in sayesinde Meeting the Jim belgeselini izlemeye başladım. Jim’e dair herhangi bir bilgim yoktu. Sadece ön gösteriminde sabahlığıyla ve dağınık saçlarıyla, munzur gözlerle ekmeğine tereyağ süren neşeli bir adamın hikayesini izlemek istiyorum dedim kendime. Oysa Jim, Ece Ger’in de dediği gibi “Dünyada çaresizce bir umut arıyordum. ve Jim’le karşılaştım.”
Jim kırk yılı aşkın sürede Paris’teki evinde her pazar yemek veriyor. Dünyanın her yerinden gelen insanlar burada her pazar buluşup yemek yiyip, sohbet ediyorlar. The Guardian “networking’in babası” dediği Haynes ilham veren bir kişilik. Peki Jim sadece herkesi buluşturup öylesine yemek veren biri miydi? Hayır!. David Bowie, Yoko ve John gibi birçok isim onun sanat mutfağında buluşmuştu. Herkesin zaten ilginç bir hikayesi var. Yani hayatı. Sabrın varsa ve dinlemeye hazırsan herkes ilgi çekici gelir.
THE PAPERBACK
Jim , Amerikan ordusunda askerken Edinburg’a taşınmış. Bu hikayenin oldukça uzun ve karmaşık olduğunu söylese de bir seçim yaparak Edinburg’a gelir. Hem üniversiteye gitmek hem de küçük bir şehirde olmak isteyen Haynes’in hikayesi böyle başlar. Üniversiteye iki sebepten gittiğini açıklar: İlki askerden kaçmak, ikincisi ise gerçek bir okur ve öğrenci olmak için. Ordudan ayrılır ve bu dönemde iş kurması gerektiğini belirten Jim, bir gün 1959-1964 yılları arasında işletmesini yapağı “The Paperback” kitap dükkanını yaşlı bir kadından satın alır ve bulduğu bir gergedan kafasını bu dükkanın önüne asar. 60’lı yıllarda Edinburg gibi bir şehirde yalnızca ince kapaklı kitapların satıldığını belirten Richard Demarco, Jim’in Bir kahve içer misin? çağrısı ile bambaşka bir kitap dükkanına dönüştüğünü anlatır. Jim Amerika’dan birçok kitap getirtmeye başladı. Leydi Chatterley’in Aşkı kitabını Britanya’da satan ilk kişilerden biriydi. Bu kitap dükkanının altında küçük bir yer vardı.Şairlerin şiirlerini okuduğu ve tek kişilik oyunların sergilendiği bir yere dönüşmeye başladı. Jim artık kocaman bir sanat ağı kurmaya başladı. Böylece Edinburg’ta bir festivale dönüştü. Aynı zamanda eserlerini yayınlatamayan şairler ve yazarlar için de “Handshake Editions” adında bir yayınevi açtı. (1980-2012) “Benim meselem bir kitaba hayat vermek” diyen Jim sanat çevresini giderek kocaman bir aileye dönüştürmeye başladı.
Jim aynı zamanda müthiş bir hafızaya sahiptir. Gördüğü ve tanıştığı insanların isimlerini ve yüzlerini bir kez öğrendikten asla unutmazmış. Bu Jim’e verilmiş en güzel yetenek olabilir. Hem sevgisini hem de sanatını her yere aktarabilen müthiş bir insan. Belgesel de Demarco ile olan vedalaşmaları beni biraz hüzünlendirdi. Böyle bir arkadaşlığı ve sevgiyi ne besler? dedim kendi kendime. Cevap çok basitti. SANAT.
Traverse Theatre
High Street ve Lawnmarket’e kadar uzanan bu tiyatro, burası bir kulüptü. Yalnızca bir tiyatrodan ibaret olmayan Traverse undergorund bir sanat akımının kurucusu sayılır. Sansürlü yılların aksine her konuyu ve politik eleştiriyi yapabilen insanların bir araya geldiği yer olmaya başladı.Sanırım buradaki partileri kafamda The Great Gatsby gibi hayal ediyorum .
WORLD PASSPORT– DÜNYA PASAPORTU
Kitapçılık yaptığı zamanlarda Garry Davis adında bir askerin II.Dünya Savaşı’nın ardından savaşlara ülkelerin sebep olduğunu ve sınırları ortadan kaldırırmanı ve bir Dünya Pasaportu fikrini öne atar. Bu fikirden etkilenen Jim,kendisine bir dünya pasaportu basar. Sekiz dilde basılan bu pasaportu Birleşmiş Milletlerin her bir üyesine gönderirler. Fiilen tanınan oylamadan sonra Haynes, ilk pasaportu ile seyahatini gerçekleştirir.
Gerçek bir sanat insanı mı , yoksa mutlu bir bir paylaşımcı mı bilmiyorum. Jim Haynes, birbirimize tahammül edemediğimiz şu dönemlerde kutudan çıkan sihirli bir oyuncak, fısıltılı bir tekerleme ve en sevdiğimiz şarkının biten son dakikası. Ece Ger’e sonsuz teşekkürler. Jim’le tanışın, tanıştırın. Belgeseli ve birkaç albüm ve daha fazlası için ulaşabileceğiniz kaynakları buraya bırakıyorum.
Son olarak Love you so much Honey.
Keyifli Okumalar
Sonya…
Özgür bir adama özgün bir biyografi.
Okumak eğlenceliydi
Teşekkür ederim.Dilerim, hepimiz neşesinden biraz ödünç alırız.