İçimizdeki Ermiş ve Karşı Durduğumuz Şeytanlar

Bir Cumartesi günü, Aziz Augustinus’nun iyilik ve ona daima karşıt olan kötülüğü anlatmak için betimlediği o sözü hatırlamaya çalışıyorum. Ancak bu sözü Steinbeck’in bir romanında bıraktım. Cumartesi’nin üzerinden haftalar geçti ve toplumsal düzende savaşmaya çalıştığım şeytanlar Ermiş Antonius’un şeytanının yanında melek kalır. Her şey bir metaforla başlıyorsa Tanrı’nın ve toplumun mottolarından kurtulup varoluşsal kaygımı biraz daha medeni bir hale getirsem mesela?

Hepimizin zaman döngüsünü bir tiyatro oyununda sergilesek şeytan bizi de yanıltmaya çalışır mı? Tüm Tanrılar birleşse de kurtarabilir mi bizi bu kötülükten? Beni tanıyor, tanımaya çalışıyor, okuyorsan içimde gizli bir Arius’un yattığını ve bir zamanlar Ortaçağ’da neoplatonist bir münzevi olduğumu da bilirsin. Nereden çıktı bu ermiş kavramı? Anadolu’nun arı duru yolculuğundan mı yoksa her karşılaştığım kötü olaylar zincirinde isyan marşım mı oldu? Hayır! Gustave Flaubert’in kaleme aldığı Aziz Antonius ve Şeytan’ı okuduktan sonra zihnimde bir inanç akşamı yemeği belirdi.(?)

Hep kötüyü çağırınca mı gelir şeytan? Yoksa Augustinus’un dediği gibi göğün boşluğundan bir aralık, tüm iyileri şeytanlar mı kovalar? Yüreğini boşalttıkça birileri gelip de sana kötülük eder mi? Ya da hayatın sana bir şey vermesine ihtiyacı yoktur sen yine de şehir hayatında bir keşiş bildiğin doğrulara mı inanırsın? Mısır’da keşiş barınağında dua etmeye hazırlanan Antonius’un karşısına birden Şeytan çıkar. Onu varoluşun ilk anlarından, ilk tanrılara, putlara, Roma’ya, Arius’a, İskenderiye’ye, İstanbul’a, peygamberlere, Yunan Tanrı ve Tanrıçalarına, sonunda nihayet gizli bir darvinist olduğunu düşündüğüm Flaubert’ deniz canlılarına götürür. Şeytan her defasında Ermiş’i kandırmak ister. Onu büyüler, arzularını nesneye çevirir, manzarayı, dağı, taşı, gökyüzünü, evreni, yıldızları gösterir ve sorar: “Hala inanıyor musun?” Din tarihini bilmeden okursanız biraz zorlanacağınızı düşündüğüm kitabı, bir Aziz inancı ile okursanız çok şey öğrenmiş olursunuz.

Tam bu sırada yazıya Bombay Bicycle Club’tan Eat, Sleep, Wake parçası eşlik ediyor. Keşke bunu şu bizim İskenderiyeli Ermiş de dinleseydi. Zamanın parçaları, zamanın şeytanları bile değişiyor sevgili okur. Sevgili ermişler. Kötülük ötekinin dünyasında çoktan normal olmuş bile. Korunamazsınız, yok edemezsiniz, Aziz Antonius gibi dua edince geçmez maalesef. Ancak yapabileceğiniz bir şey var. “Tercih Etmek.” Dünyada başımıza gelen tüm mevzu, tercihlerimizin birer olasılığı, tavırlarımızın davranışa dönüşebileceği olasılıklar barınağı. İçimizdeki keşiş de buradan dışarıya çıkarsa, adımını atarsa, kutsal kitabında okuduklarından fazlasını görür. Görmüyor musunuz?

Hayatımı tek kelime ile anlat deseler kolaycılığa kaçıp “Mücadele” derdim. Bu pek de bana biricik olmayan hissin yerine başka bir kelime seçiyorum. “Farkındalık”. Öyle kişisel terapi edalarında değil de, bilinçli bir yaşam için farkında olmanın verdiği hazır bulunma eylemini seçiyorum.

Çilemi kabul et, Tanrım! Güçsüzlüğüme bakıp hor görme! Keskinleştir! uzun sürdür, aşırılığa götür çilemi! Geldi vakti! İş başına! ( (Aziz Antonius ve Şeytan s.27)

Yorulduğunda seni bu tarihsel yolculuğa çıkaran şeytanlarını sevdin mi hiç? Ben sevdim! Uyanık ve aç bir zihin bahşettiler bana. Doğduğum beşiğe, yürüdüğüm çakıllı yollara, bir zamanlar kavak ağaçlarının dans ettiği o tarla arasına, kalemden kirlenen ellerime, hazzı ve yanılsamayı duyduğum o sessiz ilahiye, pastel boyanın turuncu rengine, ilk beslediğim balığın cenazesine, haykırışlarla saklandığım Rum mavisi kapının aralığına, Antonius gibi saklandığım ve gerçeği görmek istemediğim o çileli zamanlarıma gittim. Her ötekinin bir zıddı, Hegel’in diyalektik tutumuna karşı ermiş inadıyla durduğum zamanlarda kimdim? Bana yol gösteren Aziz Hilarion yoktu. “Silkele, at paçavralarının bitlerini! Kalk çamurun içinden! Senin Tanrın kurbanlık isteyen bir Molok değil! (s.39)

Ermiş yoluna devam eder. Gökyüzü değişir, toprak dönüşür, kurulaşır hava ve sesler kesilir. Bir bazilika çıkar önüne birden. Hayatın bütün emperyal sütunları karşındadır! Hadi otur şu meclise ve izle kendine neler yaptığını. Neler yapabileceğini. Neler yapmak istediğini. Neyi düşünür senin iklimsel kaygıların? İnanmayı seçtiğin kişi kendinsen eğer, zordur bilmelisin. Çileyi çekmeli, şeytanı kovmalısın.!

“Dünya çıldırmış bir Tanrı’nın eseridir” der Valentinus.. (s.52) Katılırsın bu görüşe. Çıldıran dünyada ayakta kalmaya, sabretmeye ve dua etmeye niyetlenirsin. Seni durduran tüm putlar ve ritüeller, yolunun bir engeli mi yoksa kuvvetlenmenin ekmeği midir? Neyi dinlersen, neyi sever ve görmek istersen onunla beslenirsin. Açlığın yoksunluğunda bile hüviyetin sağlam olmalıdır. Uçuşur durur kanlı savaşlarda.

Nefes al arada diyorum kendime. Nefes al, soluklan. Tıpkı eski insanlar gibi. Dur yolun ortasında ve kork inadına. Gözlerinin buğusunda dalgalansın kuşku. Kuşku duy! Tüm yanılsamalara karşı, Kendi hikayenin imgesini koy cebine, devam et yol boyunca.

Bırak izm’ler çıksın karşına. Hepsine hesap sor. Hepsini reddet. Hepsini kabul et! Hepsiyle oyalan, sonrada hepsini birden bırak. Ağır ağır yürü mektep yollarında. Elleri yalnız kalemden kirlenen Julianus gibi saklanmana gerek yok. Arada saklan ama! Senin hayal parşömenlerin tedbir olmasın, hakikate evrilsin!. Yalnız böyle soluklanırsın işte bu şeytanlarla kaplı dünyada.

Nedir bütün bunların amacı diye sorarsın Şeytan’a (s.158)

-Amaç Yok! Tanrı’nın bir amacı yok.

Ne dersin böyle söyleyen bir varlığa? Öz’den ayrı eyleme geçtiğin gün varsın unutma! Öz’den öteye, biçimlere ve sevgiye ulaştığında varsın. İnsanın amacı yok mudur şu dünyada? Yoktur belki de! Amacı başkalaştırır ve farklı bir sanrıya dönüştürür. Ne zaman uyanırsın peki? Zayıflıyor mu ellerin, kapkara mı zihnin? Çağır Şeytan’ı. Belki şüphe serpiştirir biraz ruhuna. Ruhun sevmiyor böylesini biliyorum.

Ermiş ne zaman çekilir köşesine? Tüm şeytanları kovduğunda mı? Yaş aldığında ve elleri buruştuğunda mı? Hakikate erip de kitabı tamamladığında mı? Yol biter, güzergâh yıkılırsa amaç da biter mi? Oyun bitince, düşünce yok olur mu Efes surlarından? Söz bitince aşk kaybolur mu? İsa öldü, Arius öldü, Eyüp öldü, Artemis bir taş yığınına dönüştü. İnanç bitti mi? Heves bitince rüya da biter mir? Karşı durduğun ne varsa kavramsal olarak bırak şeytan sözlüğünü. Bırak ermiş sabrını. Dinle içindeki yolcu ne diyor:

” Ne mutluluk! Ne Mutluluk bu! Hayatın doğuşunu gördüm, devinmenin başladığını gördüm. Kan öyle zorluyor ki damanlarımı, koparacak. Uçmak, yüzmek, havlamak, böğürmek, ulumak istiyorum. Kanatlar takınmak, kaplumbağa gibi, ağaç gibi kabuk bağlamak istiyorum, duman üfürmek, bir hortum taşımak, bedenimi eğip bükmek,her yana dağılmak, her şeyde olmak, kokularla savrulmak, bitkiler gibi gelişmek,ses gibi titreşmek,ışık gibi parlamak, bütün biçimlerin içine sokulmak, her atoma işlemek, maddenin dibine inmek- madde olmak!” (s.181)

Keyıfli Okumalar

Sonya.

Bu yazıda bana eşlik eden playlistler şöyle :

Flaubert okumak istiyorsanız : https://www.kitapyurdu.com/kitap/ermis-antonius-ve-seytan-ciltsiz/82981.html

2 replies to “İçimizdeki Ermiş ve Karşı Durduğumuz Şeytanlar”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir