Korku ve Özlem Modern Dünya’dan Şiire Göç Eden bir Satırın Hikayesi.
Edip Cansever’i neden severim biliyor musunuz?
Çünkü bu kahverengi akşam saatlerinde her şeyi en soğuk ölçülere vuruyoruz.Bir uzak han kavramına.
Hanların…
Rahmindeki bir yolcuya, bir semendere.
ve soğuk bir çağdan geçiyoruz.Çağlardan.
Başımızda simsiyah bir hale.
İşte bütün düşün dünyamın ve yüreğimin merkezini taşıdığım kadife kaplı defterimin ilk ön sözü Cansever’e ait.
Korku ve Özlem çağında konuşabileceğim ve dinleyebileceğim birilerini aramak istedim bugün. Reklam olmadan, link vermeden ve saatlerce çetin bir konuşmanın ortasında göz deviremeyecek birilerini.
Cansever’in deyimiyle belki de soğumaya yüz tutmuş bir fincan sütlü kahve, dönüşür ellerimizde kanlı ve kırbaçlı. Bastırılmış bir greve, yırtılmış dövizlere.
Sanki zaman toz bulutu, tozdan zaman ve değişmeyen mekan. Aynı sesler, aynı kaleme ait başka sesler. Memlekette aynı Episode: Korku ve Özlem.
Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler, doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte. Korku, kaygı ve endişe.
Bilimsel bir öngörünün özeti gibi korkularımız. Kierkegaard’ın umutsuzluğunun üçüncü maddesine benziyor korkularımız. “Kendisi olmak isteyen umutsuz kişi”…
Adım atmaktan öte, içeride savaştığım ve yönelmekten korktuğum kıyılara benzetiyorum endişeyi. Endişe, çağa özgü, yapay bir mucizenin emeği.
Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
Belki de en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
Ki bütün işkenceler, ezinler ve kırımlar
Damlayan bir musluktur yerine göre.
Hayatımızda kaç kere ve kaç seferde döneceğiz bu endişe dolu yollardan. Ancak yine de tüm bu yolları özlüyorum. Çünkü geçmişte yaşıyorum. Geçmişe dönük yüzüm, ellerim bir pusulanın ansızın değişmesini özlüyor. O zamanlar korkmuyordum. Korku geleceğe ait bir duygu, endüstriyel bir çabanın sonucu gibiydi. Bir zamanlar, zamanın akışkan hali ve ruhu hissedilebilir, duyumsandıkça kuvvetliydi. Şimdi zaman kör kuyunun içindeki bulanık suya dönüştü. Yolu, hissi ve akıntıyı kaybettim. Bütün cümlelerin bir araya geldiği bir döngünün içinde geçmişi özlemekten korkar oldum.
Ben olduğum zamanların hikayesini gelecekte olmayan bir anıya dönüştürmek istemişim. İşte şimdi bu çağın salgın hastalığından biri olmuş hislerim. Hisler ne renktir? Hissetmek ve hiçlik ne renktir sahi? Pessoa ile böyle tanışmıştım. Huzursuz olduğum günlerin ismi ve temsilcisi. Yorgun toplumların, yorgun bir bireyiyim ben de. Kendimi, kalabalık kuyrukların sonunda ve başında görmüyorum üstelik. Korkmuş ve kapanmış. Evcilik oynar gibi. Kutunun içinde, üstelik dizlerimi de çekmişim bedenime. Kendime yabancılaştığım dönüm noktalarını arıyorum, Cansever’in dediği yerlerde.
Ötede
Islak mavi bir sabahtı. Gökyüzü
Bembeyaz karanfiller, pencere
Kahveniz, masanız, kahvaltınız
Bir yankı
Ve bütün çay fincanları: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.
Korku ve Özlem. Belki de bütün hikayemizi tüketmek istediğimiz için anımsıyoruz. Yüreğimize ve cebimize sığdırdığımız, biricikliği ve özü saklamak istiyoruz. Kendiyle kalabilen kaç kişiyiz? Bir nesneye ihtiyaç duymadan, şarkıların uzaklarda değil içimizde çaldığı an’lardan bahsediyorum. Zamanın kristal toz taneciklerinin havada asılı kaldığı, durağan zamanlardan. Hepimiz kaybolduk, biliyorum. Geri dönüp hatırlamak için kullanıyoruz sanatı, sinemayı ve şarkıları. Hayır! Umutsuz değilim.
Bir şiirin, yaşattığı bir öngörü ile ayaktayım. Betimlediği tüm hissiyatı, bilinçli bir seçimle yaşıyorum. “Bir sanat eseri olmak istiyorum, en azından ruhumla; çünkü bedenimle olmayı başaramıyorum” Fernando Pessoa…
Korkuya meydan okuyorum. Geçmişle ve özlemle barışmak için yola koyuluyorum.
Bu satırları okuyan Sevgili Okur,
Elinde olmayan tüm imkanları unut. Çaresiz ve seçeneksiz kaldığın tüm zamanlarda bir şiir seç ve senin için konuşmasına izin ver.
Şimdilik Hoşça Kal.
Sonya..