Pazar Pudingi

Yıllardır sizi kovalayan rüyaları, bazı mekânlarda ortaya çıkan hisleri düşündünüz mü? Peki ya o his geldiği zaman midenizde uçuşan kıvılcımları? İyi mi kötü mü? Hüzün mü ve travma mı? Nasıl anlatabilirsin ki. Yazmak istersin. Oysa kelimeleri ikna etmek zordur. Onlar bir türlü gelmez. Fotoğrafını çekmek istesen, o boşlukları yakalayacak bir göz henüz yoktur. Her şey anıdır. Her şey geçmişte açılan o kapının ucunda asılı birer cümledir. Pazar günlerinden nefret ediyorum dedim eşime dün. Ankara kalesinde çok sevdiğimiz bir konağın bahçesinde otururken.

-Neden? diye sordu.

-Bilmiyorum hep aynı his işte.

-Ben de pazartesi iş stresi yaşıyorum dedi.

-Hayır. Benim hissettiğim şey bu değil. Aksine sanki an içinde sıkışmış gibiyim. Bazen yarına başlamak istememek gibi.

Pazar günlerinin hissini her zaman başka bir şekilde yaşamaya başladım. Acelecilik ve birleşme kelimelerini çağrıştırır bana. Aynı zamanda korku. Mesela çocukken en sevdiğim yerin okul olduğunu bile bile ilk ders Matematik ise bunun stresini geceden yaşardım. Ya başarısız olursam? Pazar günleri, ailecek sonraki haftaya hazırlıktı hepimiz için. Yeni umut, yeni başlangıçların son akşamında içimde akışkan his belirirdi. Yaşamda olduğumu kendime hatırlattığım nadir anlardan biriydi. Buradasın ve bugün bir daha asla geri gelmeyecek. Nasıl yani ? Nefret mi ediyorum şimdi? Çocukluğumdan bu yana duygusal farkındalığımın beni ve beynimi ele geçirdiği zamanlar işte bu görüntülerde ortaya çıkardı. Yaşamın belirsiz ve durgun yanlarını bilmek isterdim. Geleceği görmek adına yaptığım bir çeşit “güvende hissetme” eyleminin simgesi Pazar pudingiydi. Annem sabahtan yaptığı bütün hazırlıklara ek akşam bize puding yapardı. Kakaolu puding sanki Proust’un madlen bisküvisi gibi ruhumun belleğine bir yolculuk yapar.

En sevdiğim oyunlardan biri farklı çağlara gitmek, başka coğrafyalarda dolaşmaktı. Bu yüzden tarih alanını akademik kariyer olarak seçmiş olabilirim. Şu sıralar Geç Antik çağ insanın toplumsal yaşamı üzerine araştırmalar yaparken Peter Brown’un şu yorumu beni bambaşka yere götürdü :” Plotinus’a göre Gerçekte, beden ruhun ifade aradığı güzel bir araçtı. Nasıl ki bir müzisyen lirini akortlu tutmak zorundaysa, insan da bedenini beğenmeli ve eğitmeliydi…. Dipsiz bir evrende sıcak ilişkilere duyulan hasret vardır.”

Plotinus, Geç Antik Çağ’da büyük bir etki yaratan bir devrimci adeta. Yine söylüyorum içimde modern bir neoplatonist ruh taşıyorum 🙂 Bütün bu karmaşanın ve yeni bir kültürel hayata geçişin esnasında çıkan sancılı süreçte eski insanlar hala pagan öğretilerini yaşamaya devam ediyorlardı. Bedene ve ruha iyi davranmak, mücadelenin içinde yeni bir adım için de çabalamak. Bütün keşişlerin pazar günleri bu hissi yaşamadığını biliyordum ama yine de arayış kavramının sancılı bir eylem olmadığını çözmeye başladım. Onlar da bir “iç dünya ” ile uyanmak, zamanı, Mundi’yi (dünyayı), topraklarını düşünmek zorundalardı. Üstelik bu kadar uyarıcı yokken bile. Uzun yolculuklar, başka kültürler ve sınırların içinde bir yerde hem kendine ait zamanı hem de geleceğe dair merakları yok olmamıştı işte?

Bu his bana çok erken mi gelmişti? Geleceğe hangi yelkenli ile açılacaktım? Hayal etmeye başladığım tüm hisleri bulamadığım zamanlarda nereye sığınırdım? Sığınmak zorunda mıyım? Ara ara hala kendime bu soru soruyorum. Sıralı bütün bu sorumlulukları kendime anlatırken niye hala o pudingi özlüyorum. ve neden o pudingin tadını hiçbir zaman tutturamıyorum. Belki de bu şeker ve süt karışımı yiyeceğin birer yanılsama olduğunun farkındayım. Ona büyük değerler biçtim. Ondan ayrılırsam evden ayrılacağım. Onu bitirirsem bir daha asla aynı yerde olamayacağım. Olamadım da zaten. Benim bu güvenli bağlanmadan kopuşum her dönem başka yerlerde hortladı. Öyle korktum ki yetişkin olurken o enerjiden mahrum kalmaya. Oysa olması gerektiği gibi gidiyor her şey. Bir felaketler silsilesi yaşanır, biraz gezer ve keşfedersin. İnanmayı seçer biraz acı çekersin. Sonra bu çileli yolculuk tercih ettiğin bir yaşama dönüşür ve birden anlamlı bir bütün karşına çıkar. Tıpkı keşişler gibi.

Dün o eski Osmanlı konağında hissettiğim şey “dinginlikti”. Ancak bu his beni hiçbir zaman mutlu etmedi. Mideme oturan o rahatsız duyguyu tanımlaya çalışan beynimin sesi soluğu kesildi. Yalnızca ben vardım. Tüm geçmiş yolculuğun ortasında kızıyla konuşan babaya yöneldim. Eve geç geleceği için kızına makarna ve nugget yapmasını söyledi. -Sen ne yaparsan onu yeriz kızım. Olur. Olur makarna yap tamam. Yanına da nugget yap. Bir on dakikaya çıkarım babam. – Bu söz içimde bir şeyleri deldi geçti. Eşime dönüp dedim ki -Babam asla benimle konuşmadı.

-Anı biriktir. Travma değil dedi.

Aslında travmalarım ile başa çıkma yöntemini geliştirmeye başlamıştım ama bazı anlar bütün bilimsel metodların bittiği yerdi. Çocukken içinizde oluşan boşluğun yeri ne yaparsanız yapın asla dolmuyor. Benim Pazar pudingim yalnızca annemin benimle iletişime geçme biçimiydi. Seni seviyorum. Sana değer veriyor ve düşünüyorum. Oysa benim beklediğim pazar dilekleri babamdan asla gelmedi. Pazar günlerini tanımlarken hep evi çağrıştıran görsel hafızama kızdım biraz. Elimde bir fotoğraf. Ağabeyime yeni bir walkmann almışız. Babam gülüyor, Annem köşe koltuğunda. Ben ise deklanşörün başındayım. Kendime hep bunu yaptım işte. Görmek istediğimi görmek veya yaratmak için eserin başına geçtim. Oysa o çemberin ortasına Beowulf gibi atlasaydım. Ölüme gideceğini bile bile karar verdi Beowulf. Çünkü kahramanların hikayesi biraz benzerdir. Onca yol gelinir, yol senden bir şeyler çalar. Kaybedeceğin bellidir. Değişim için kaybetmek gerekir. Üstelik sen bu hikayenin başkahramanı olarak zamansız yok olursan işte bu efsane olur.

-Ama ben efsane olmak istemiyordum. Her şeyi güvende ve normal şekilde yaşamış bir çocuk olmak istiyordum.

-Ama yaşamadın. Bedenin ve ruhun sana ait dedi portresine baktığım Plotinus.

Anlamlı bir hayat için biraz keşiş olmak gerekir. Acıyı bulduğun ve özleyeceğin zamanlar olacak deselerdi inanmazdım. Geçecek deseler ona da inanmazdım. Yaşamak ve süzülmek gerekiyormuş. Bu akşam puding yapacağım. Artık kendime ait bir ritüel oluşturma zamanım geldi. Bir de kendime hiç söylemediğim o sözü söyleyeceğim:

-İyi gidiyorsun.

Keyifli okumalar Sonya.

Bu yazıda bana eşlik edenler :

kucağımda bana huzur veren oğlumla anlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir