Ormanlar ve İndie Rock

Ormana gittim; çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum.” Henry David Thoreau

Yaşamın tüm kaynağı ve mücadelesini düşündüğünde içinde beliren kaçış hissi kime aittir? Hangi toprağın, suyun ve ağacın sesidir? Dokunursan, ağlayacaksın. Kabuk bağlayacaksın. Büyüyeceksin, köklerinle geçmişe, dallarınla göğe yayılacaksın. Hadi gel hep birlikte bir resim çizelim. Arkanda kocaman meşe ağaçları ve Druid’lerin asaları elma ağacında asılı, porsuk ağacı sana selam verir. Zeytinliğin gölgesinde eski kiremit renkli bir radyo seni bekler. Hadi gel! Senin albüm kapağın olsun. Sana ait ve bağımsız! (Belki bu görsel şimdilerde bir Florence kapağında bile olabilirdi.)

Bugün içimde yeşerip duran, yazma isteğimi gecenin bu saatine kadar beklettiğim an’dan sesleniyorum. Koşa koşa yürüdüğün bu yollarda, senin durağın hangisi? Durdurmaya imkanım olsa da bu zamanı kendime bir kulübe inşa etsem Thoreau gibi. Bütün listeleri çöpe atsam.! Senin Walden’ın neresi? Son zamanlarda iki güzel albüm ikisi de -eskiden dinlediğim ama kavramlar sözlüğünde yaldızlı tozlar eklediğimde- yeni bir bakış açısı sunmaya karar vermiş bana(?) -mış diyorum çünkü onların gözünden ben, benim gözümden de onları izlemek lazım. İçimde yükselip duran sesleri basit çözümlerle susturmaya çalıştığım dönemlerde, nesneye bağlı edebiyatı öteleyerek müziğe yönelmek istedim. Sıradan bir okuyucunun sıradan bir dinleyicinin dileğinden başka bir şey değil isteklerim. Zamanın kısalığı mı zamana yetememek mi ? Yoksa küçük bir Fuga Mundi dünyadan kaçış mı ? bilemiyorum. Neoplatonist bir çığlık ile dünyadan el etek çeken yanım ansızın geçmişe, köklere ve doğaya dönmek istedi. The Paper Kites’ın “Woodland” albümü ve Miner’dan mavi saçlı bir kadının kendi saçlarında yüzerken uyuduğu “Headwaters” albümüyle içimdeki ormanı, içimdeki ormanları, sabah şarkılarımı, dalgalanmalarımı, yarınlarımı yazmak istedim. Üstelik ormana duyduğum bu hayranlığın İndie Rock parçalarında gizlendiğini veya benim bunun için yeterince küçük maceraperest hilelerimin kozunu oynamam gerektiğini düşündüm.

Nedir Orman? Kocaman bir ev ve uygarlık hazinesi. Nedir ağaç? İnsanın uhrevi yanı ve dalları kesilmiş. Nedir ormanın şarkısı? Meşe ağacından süzülen ninnilerin mırıltısı. Neden seviyorum bu kadar derinliği ve dipte olmayı. Çamura bulanmayı, ama çamurun beni nasıl da güzel temizlediğini. Çocukluğuma dönüyorum yine. Ceviz ağacında uyuklayan bir dede ve limon renkli şortuyla onu izleyen çilli bir çocuk. Sağ diz kapağının yarasını söke söke iz bırakmışım. Olgunlaşmamış cevizin kokusu o kadar keskin ve net. Ellerimin yeşil renkte olması neden bu kadar güzel hissettiriyor? En önemlisi bu hatıratın donup kalmasını ve onu bir kürenin içinde bırakmak istediğimi fark ediyorum. Geleceği düşünüyorum. Neden buradan geleceğime bakıyorum? Ne çok şey öğretmişler hayal kurmaya dahil. Üstelik hepsi geleceğe yönelik. Hadi bir ev çiz, şimdide güzel patika ve yollar. Ne olmak istediğimi, kim olmak istediğimi planlamalı ve hayal kurmalıyım. Önümde alelade bir bezin üstünde dedemle öğlen yediğimiz azığın kalıntıları, ellerim gibi yeşil olan biber. Dedem diyorum dedem şu cevizin önüne gelince uyuyor. Her defasında ya şekerleme yapıyor ya da ceviz ağacının sihirli bir dokunuşu var. Yalnız çocukları almıyor! Bu ağacın ortasındaki şu kahverengi surat da neyin nesi? Kesin yaşlıları kaçırıyor. Dedem de uyuduğuna göre dur şunun suratına bir dal fırlaatayım. Belki uyanır.

Hayatımın en yalnız en zor ama en güzel yaşlarında dedemle büyüdüm. Şimdilerde görmeyeceğim manzarayı, suyu, maydanozu bile özlüyorum. Geçmişte kaldı. Geçmişte bir yerlerde bir ceviz ağacının objektifinde sürekli oynayan kısa bir film gibi. Eşek kardeş, ortanca kuzu ve sinirli horoz. Yalnız çocukluğumun en yakın arkadaşı Karanfil, bal yapan isimsiz o amca ve herkesin abdal dediği ama anlamını bilmediğim o insanlar, avluya gelip yemek dilenen Kedi Elif… Kocaman bir puzzle. Kocaman bir orman. Benim ormanım. Yarı yerleşik yarı özgür bir aidiyetin işleyen döngüsü. Bunlar benim ormanımın, ağaçlarımın numen’i. Yani ruhu. Keltlerde böyle bir inanış vardır. Her bir doğa parçasının bir ruhu vardır. Bu nedenle Keltlerin evi ormandadır. Druidler elma ağacından asa yaparlar meşe palamudundan şekerleme uykusu. Tıpkı dedem gibi. Dedem de geleceği görüyor muydu peki?

Ağacın eski çağlardan bu yana bütün topluluklarda özel bir anlamı vardır. Yapısı, biyolojik süresiyle kendine benzetir insan. Onun içinde doğar. Onunla büyür, keşfeder, yakar, yıkar ve kurar. Yaşadığı dünyanın ruhundan korkar ama onu yine de gündelik hayatın, olağanüstü olayların merkezine koyar. Keltler, geleneklerini Romalılara öğretir. Hepsinin bir annesi Dea yani Tanrıçası vardır. Tanrıça izin vermeden ormana giremezsiniz Avlanamazsınız. Ama yine de Alice gibi olmak isterseniz bir diyet ödemek zorundasınız. Kimliğinizi, bildiklerinizi unutarak bu ormana girerseniz çok daha fazlasını öğrenirsiniz. (Dikkat et bu metin deneyimsel hazlar içerir! ) Ormana girdiğin anda uzaklarda bir ses sana eşlik eder. -Nefes al! Tıpkı Dom Fera’nın şu sözleri gibi:

“Kalbimi kıracağım kıvılcımı hissetmek için.

Bir başlangıç yapmak için karanlıktaki hikayelere inanacağım
Sadece iyi giyinmek için cehennem gibi görüneceğim
Anlattığım hikayelere bir büyü yaparsa inanırım

Pencerede bir işaret,
Görmeyi umduğum şeyin bir parıltısını yakaladım
Ve herkes kollarını kavuşturarak orada durabilir
“Nefesinizi tutmayın” diyorlar
“Nasıl nefes alabilirsin?” diyorum.

Mezarımı güzel bir günde kazacağım.

Burada kalmam ihtimaline karşı yolda çiçek toplayacağım.

Aklımı kaybedeceğim biliyorum çünkü onu yeniden bulmak hoş olacak.Ama manzaraları göreceğim ve benim olduğundan emin olmak için zaman ayıracağım.

Geride kalacağım yeniden hizalanmak için.

Ormanda duyduğun bu şarkı burada yaşayacağın tüm olasılıkların özeti. Hayatın gibi. Çünkü bütün güdüsel hikayelerin gerçekliğe dönüştüğünde kendi imgelerine ihtiyacın olacak. Mesela bir zeytin ağacına vereceksin sırtını, uzun ömürlü. Ya da gelip zeytin ağacını kökünden kesecekler. Ormansız kalacaksın. Elma ağacından asanı alacaklar elinden. O zaman içindeki muhafıza, içindeki kadına yada erkeğe güveneceksin. Koruların, tuber’lerin kuyuların zarar görecek belki de. O zaman ninnilerini içinde dans ettireceksin. Seni yazan kronikler olmayacak. Efsaneler, mitolojiler unutulacak. İşte o zaman içindeki şarkına ses vereceksin. Bir yanın Alice bir yanın Diana olarak kalacak. Ceviz ağacının önünde uyuman gerekecek bazen. İşte o zaman gördüğün kahverengi buruşuk suratlara alışacaksın. Kaçman gerektiğinde kimsenin bilmediği bir orman büyüteceksin içinde. Büyük varoluş kavgaları ve savaşların ortasında mavi renkteki Kelt boyasını süreceksin gözlerine. Kaçacaksın kara ormanlara, denizlere, dağlara, küçük odalara, bir albüm kapağındaki salıncağa…

Not:Şimdi buldum. Ceviz ağacının ortasındaki hüzünlü surat benmişim. Kendime bakıyorum. Çocukça !!!!!

Yüreğimin derkenarı: Ceviz ağacının ve parmaklarımın ucunda taptaze ve yemyeşil kalan dedemin ruhuna.

21 Mart Uluslararası Orman Haftası kutlu olsun.

Keyifli Okumalar

Sonya…

Bahsettiğim albümler:

https://open.spotify.com/playlist/37i9dQZF1F0sijgNaJdgit

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir