Palyatif, Latince “manto” anlamına gelen Pallium ve bundan türeyen “paltoyla örtmek” pallieare sözcüklerinden gelir. Bir diğer kelime Vulnus, Latince yara kelimesinden türemiştir. İkisi de toplumsal değerlerin ve öznenin varlığını zorlayacak kelimelerdir. İncinmeye, zarar görmeye açık olmak mı? Bedenini bir pallium’a saran acısını unutan, acıdan korkan biri olmak mı?
“Acılar şifrelerdir” der Byung-Chul Han, söz konusu olan toplumu anlamanın anahtarını tutarlar ellerinde. Yas dönemimde okuduğum iki kitap beni can evimden vurdu. Birisi Gamze Hakverdi’nin tezinin ana konusu olan Vulnus Kırılganlık Üzerine ve Chul Han’ın Palyatif Toplum :Günümüzde Acı isimli bu iki yapıt, aylar sonra felaketi yaşadığımız şu günlerde denizin ortasında yeniden belirdi. Biliyorum ki, acıyı hissetmek ve ona kapalı olmanın en kısa süreli örneğini yaşıyoruz şu günlerde. Konformist tutumlarımızın ötesine geçtik. Alıştık ve unutuyoruz. Neden mi? Çünkü acının korkusu olan Algofobi’yi yaşamaktan, alternatifsiz bir siyasi ağrı kesiciler bağlı kaldı. Uyum ve uyuşma baskısı arttı. Palyatif toplumda, acıyı bir zayıflık olarak görmeye başladık. Bu nedenle sonraki süreçlerde başarılı bir sonuca ulaşamıyoruz. Zayıf olan bedenden be bünyeden atılır veya yok edilir. Kendimizi acılarımızla ifade edebilme yeteneğini tarihin tozlu raflarına bıraktık. Bir beğendim toplumudur. Her şey beğeni kazanana kadar düzleştirilir.Kültürün ekonomileşmesi, ekonominin kültürleşmesiyle başlayan tüketim toplumunun sakinleştiricisi acıyı unutmaktır.
Mutluluk Zorlaması
Acı karmaşık bir kültürel yapıdır. Toplumdaki varlığı ve anlamı iktidar biçimlerine bağlıdır. Disiplin toplumundan üretim toplumuna geçiş aşamasında acı kamusal bir alana yerleşir. Acıyla güçlenmeye başlarız. Acıyla kesintisiz bir hayat kahramanca mücadele etmeye hazırızdır artık.Kahramanca bir tavırla dünyaya meydan okumaya başlarız. Neoliberal toplumda artık acıyı yürütebilecek tek kavram motivasyon, kendini gerçekleştirme, ve tüm olumlama dilekleri modern bir endüstriye dönüşür. Ruhsal bir iç gözleme bırakılırız ve bundan sonra gözetim devrimi başlar. Artık hayatımıza hükmeden bütün yapılar bizden şunları ister, Özgür ol!
Istıraba ses vermek hakikâtın nesnesini acı bir gerçekle yüzümüze çarpar. Çok eskiden duyduğumuz o ilkel sesin yeni bir motivasyon konuşması olduğunu duyumsarız. “Oysaki acı,da kırılganlıkta toplumsal ilişkilerle örüntülü bir durumdur.” Byung-Chul der ki neoliberal mutluluk biz ve ben toplumunun en büyük ayrımına sebep olur. Birlikte hissedilen acı, doğmadan ölür. Ya da bir ay sonra unuttuğumuz deprem acısı gibi (!) Acı çekmenin toplumsal boyutu baskılandıkça, unutmak normal bir eylem haline gelir. Biz- yorgunluğunu uzun yıllardır yaşayan bir toplumuz.
Acının anlamlılığı hayatı bir anlam ufkuna oturtan bir anlatı gerektirir. Bugün anlatı-sonrası bir dönemde yaşıyoruz. Anlatım değil, sayımdır hayatımızı inceleyen. (s.34) Yalnızlık ve yalıtılmışlığın giderek daha da arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Yakınlık duygusunu kaybedersek daima yalnız kalacağız.
Acı, gerçekliktir. Kendini hissedebilmenin ilk anahtarıdır. Acı, farktır. Hayatı, eklemler. Varoluş duygumuzun derin sesi, tarihin unutulduğu yerin ortasında gördüğümüz düştür. Karanlık gücün, karanlık sesin aydınlığa ulaşması için unuttuğun bir kimliktir. Sürekli mutlu olmayacağını bilmek belki de uyanmanın ilk aşamasıdır. Dikkat et!
VULNUS
Bedensellik, yaralanmayı, yaşlanmayı, hastalığı ve elbette ki ölümlüğü beraberinde getirerek insanı kırılgan kılar. Bu yönüyle kırılganlık, her insanın doğumundan itibaren tahakkümü altında olduğu bir yasadır.
Kırılganlığın mekânsal merkezi ve topografyası bedendir. Beden aynı zamanda toplumsal ve politik örgütlenmelerin öznesidir.
Özne ile Öteki arasında toplumsal, politik ve ayrılmaz bir parça olarak karşımıza çıkar Vulnus. Doluluk değil, yetersizlik, tamlık değil uyuşmazlık ve karışık yaşantıların sonucunda ortaya çıkan kırgınlık biz ve onların öteki toplumunu ortaya çıkarır. Peki kırgınlık nerede karşımıza çıkar? Birbirimize vulnus zorbalığını fark etmeden mi yapmaktayız. Bedenin fazlası, bedende herkesten fazla olan kilolarımız, normalliğimiz ötekiye göre yukarıya çekmektir. Kendimizi bir başkasının ve toplumun beğendiği o bedensel algıya göre şekillendiririz.
Kırgınlığın en gizli silahı Tam olma arayışıdır. Nedir tam olmak? Öznenin kendisi, bedeni, hayalleri, hedefleri ve arzuları tam olma arayışı içinde eritilir. Ötekinin ulaştığı yere, elde ettiği imkana ulaşmak ve bunu yapamadığımızda kendimizi eksik görmektir vulnus.
Örneğin kadın bedenin akışkanlığında karşımıza çıkar. Herkes, bedenimiz hakkında söz sahibidir. Biyopolitik argümanlar ortaya çıkmaya başlar zamanla. (Tıbbi stratejileri kullanan biyopolitika bedenlerin ve nüfusun siyasal hedeflerin nesneleri haline gelmelerini ifade etmektedir. Bunun anlamı, yaşam hareketlerinin iktidar ilişkilerinin odağına yerleşmesidir.)
Her taraftan kuşatılıyoruz. Üstelik bunu birbirimizden ayrılarak, daha zayıf bir haldeyken. Ötekileştirmemek, unutmamak için kamusal bir birlikteliğe ihtiyacımız var. Paylaşım zamanı. Tüm kültürel değerlerin ve acıların amforasını yeniden okyanuslarda yüzdürebilmek dileğiyle.
Keyifli Okumalar Sonya.
Bu yazıyı yazarken bana ilham olan çalma liste için :